19 Nisan 2011 Salı

malum stoper

babamla maç izlerken onun o sezon için kafaya taktığı oyuncuyu savunmak bana çok zor geliyor gerçekten

+ ben sana bir şey demiyoroum artık, seni topçu diye sahaya çıkaranın kafasına sıçayım ben!
-yapma baba o kadar da değil...

+lan bir tane top doğru yere atamıyor
-e onu yapamıyor ama bak yer tutuşu falan filan...

+bak yine nereye attı tttttüüüüühhhh! (ekranda tükürük var gerçekten)
-(....)

+ya ben bu yaşımda çıksam daha iyi oynarım...
-(...)

+bak kaptıracak bak bak bak bak bak!
(...)

+bak vallahi kaptırıyor bak bak bak (gözleri parlıyor, kaptırsın istiyor)
-taca vur lan!

+aha kaptırdı! (bu sefer akrana yastığı atar. en azından tükürük temizlenir biraz)
-mehmet topalmış ama baba o

+ ben de bizimki sandım.
-değil...

+bizimki nerede peki? orası onu yeri değil mi?
-şimdi korner atarken falan yer değiştiriyor bunlar, kayıyorlar sağa içinde ya..

+bak yine kaptırıyor bak!
-(...)

+ bak bak ayağına dolandırıyor bak!
- baba o mustafa sarp ama!

+bizimki nerede peki lan!
-nerede sahi ya?

+onu ben sahaya çıkaranın kafasına sıçayım...
-ben de sıçayım...

4 Ocak 2011 Salı

GS formasının yakışmadığı yegane adam


Bence Selçuk Yula'ydı. Serdar Özkan onu biraz olsun zorladı. Ama sanırım ikincilik Kazım'da kalacak.

1 Haziran 2010 Salı

Liverpool'a talibim

Evet.

Neden olmasın ki?

500 milyon sterlini bir seferde çıkarıp masaya koymak kolay değil tabi. risk büyük. iktisadi ve ilimler fakültesinde dokuz sene okudum ben ve şunu çok iyi öğrendim ki , bütün yumurtaları tek baskete koymamalıyım. basket dedim ya haha. dil ingilizceydi de bizim okulda o yüzden. sepet. evet. o kadar param var ama o sepete koyamam yani. tabi. hemen türkiye'nin en zenginlerini aramaya koyuldum.

ayhan şahenk'i aradım ilk iş. "öldü o" dediler. ya ben de hep ayhan ve ferit'i birbirine karıştırırım dedim telefonda gülerek. ferit sanki daha eski bir isim gibi ya, baba ferit, oğul ayhan gibi gelir bana. neyse. ferit'i aradım. balıklama atladı. sonra baktım biraz fazla hevesli... sadece 100 milyon koyabilirsin, diğer hisselere ayarlandı bile dedim. "başkan olamıyor muyuz?" dedi. "başkan benim" dedim. bir sessizlik oldu, bir vazgeçecek gibi oldu ama adamın kafa çalışıyor. ileride olurum ben başkan diye sinsi gibi hesap yaptı ve "tamam" dedi. garanti'yi avrupaya açmak istiyorlamış da falan. forma reklamı da dahil olur mu bu yüz milyona dedi? dedim formayı tuncay (özilhan) abi'ye sattım. of dedi, pof dedi ama razı oldu.

hemen tuncay abi'yi aradım. "abi" dedim. "kırmızı liverpool formasını düşün" dedim, "evet" dedi. "carlsberg yazısını gördün mü" dedim, "evet" dedi, kaldır o yazıyı onun yerine "efes pilsen" yazsın" dedim. "valla hayali bile çok şahane" dedi. "hayal değil abi, gerçek" dedim ve ortaklıktan bahsettim. 5 yıllık 50 milyona anlaştık. "yalnız deplasman formaları lacivert-beyaz olsun" dedi. dedim o meseleler hallolur, sen sizin çocuklara söyle, kırmızı bira kutusu tasarımı yapsınlar" dedim. tuncay abi'nin gevrek kahkahaları ile telefonu kapattım.

genellikle biraz mesafeli olduğum koç grubu ile de 50 milyonu bulan bir anlaşma yaptım. ama çok bürokratikler sağ olsunlar. öyle enseye şaplak konuşmalarımız olmadı.

stadın adı 100 milyona thy'ye gitti. taraftarlar ne tepki gösterir bilemiyorum ama sikerim valla hepsini götünden. başkanım ben, sahibiyim oranın. zaten taraftar profilini de biraz değiştirmek lazım. ne öyle it "kop"uk dolu tribün. ayak takımı. mına kodumun işçileri. patron görün lan!

ne oldu şimdi, 100 ayhan'dan aldım ay! ferit'ten, 50 tuncay abi verdi, 100 thy derken daha 250 var. geriye kaldı hala 250. 120 de ben koysam tabi büyük ortak ve başkan olarak, kaldı 130 diye hesap ederken telefonum çaldı. cem uzan. "ortaklık kurmuşsunuz, ben de varım" dedi. nasıl ısrar ediyor, nasıl dil döküyor...bir yandan adamın parasına ihtiyacım var bir yandan korkuyorum yani, beni başkanlıkta rahat bırakmaz bu.. o arada "ya yok abi tamam doldu bizim araba artık kalkıyor" diye şaka yollu olarak bunu geçiştirmeye çalışırken telefonumu ısrarla birisi arıyor. "kim lan bu" diye baktım, mustafa sarıgül. "cem seni arayacağım" dedim, mustafa'nın telefonunu açtım. dedi ki benim oğlanı yönetim kuruluna al, ne kadar istersen vereyim ortaklık için dedi. kurumsal ve siyasetten uzak bir yapı hayal ettiğim için, tek özelliği babasının siyasi parti lideri olması olan, otuz yaşında pembe yanaklı ve yuvarlık suratlı bir delikanlıyı yönetime almak istemedim doğrusu. ama hızlı karar vermeliydim, her an melih gökçek arayıp aynı teklifi için spor akademisi mezunu oğlu ahmet için yapabilirdi. "spor akademisi mezunu olduğu için liverpool başkanı olmasında bir sakınca yok" diye beni ikna etmeye çalışırdı.

sonunda kalan hisseyi cem ve mustafa arasında paylaştırmaya karar verdim. başkanlığa ulaşmak için önce birbirlerini alt etmeleri lazımdı ve bu bana bayağı bir manevra fırsatı verirdi.

olmuştu bu iş. bu idari deha sultan abdülhamit'de bile yoktu dedim. kendimi abramoviç'e "nasıl koyduk lan" yaparken, ferguson'a nah yaparken ve wagner'in kafasına viski bardağı atarken hayal ettim. "türk zerafeti geliyor" dedim, premier lig'e.

hepinizin amına koyacağım.

edit : mesaj atan arkadaşlara toplu cevabımdır, elbetteki yazdıklarımın bir kısmı kurgusal, yoksa cem uzan ve mustafa sarıgül'ü bu ortaklığa dahil edecek kadar keriz değilim.

27 Mart 2009 Cuma

Gözlük de ne açtı ha!


Maç vakti yaklaştıkça içim darlandı;
İki paket cigara bana mısın demedi;
İdmanda makara yapayım dedim, sarmadı;
Sabri'yi seveyim dedim ömrümde ilk defa;
Takıldım,
"Sen süratinle onları yersin dedim,"
Bu sefer şutları ters ayağımla çekeceğim dedi;
Güler gibi yaptım ama inandıramadım;
Sol bekte Üzülmez heyecan dolu,
"Barnebau'nun çimleri sol bek görecek!" dedi
Aklından çıkar artık şu Carlos'u diyecektim
Üşendim.
İdman bitti.
Soyunma odasında ne göreyim
Capello'nun iki sene önce unuttuğu gözlükleri
dolabın arkasına düşmüş
Taktım gözlükleri, oldum sana bir Clark
En sonında vakit tamam dediler
Kalktım, buraya geldim.
Not ; Gözlük yakışmış mı? Bir dahaki sefere de V.Ö.'nünkini takacağım...
ft.

Git...


Nasıl oldu hatırlamıyorum, okulun en güzel kızını araklamıştım.

Giydiği tişörtler küçük, memeleri büyüktü. Öbek öbek toplanmış erkeklerin yanından geçip giderdi ve ben bilirdim ki hepsi sohpeti keserdi, nefesleri ağırlaşır, onun beyaz, löpçük gibi bacaklarını izlerlerdi.

Ve ben sürekli olarak onun gözlerinin içine bakıyordum. Zıpla diyordu, zıplıyordum. Koş diyordu, koşuyordum. Bir gün bana verebileceği (kalbini) ihtimali ile yaşıyordum.

Otururken falan mesela bazen memeleri kolumun dış tarafına doğru sürter gibi oluyordu, emin olamıyordum. Sürtüyor muydu, sürt müyor muydu? Bir an bana sarılacak gibi yapıyor, tamam bir saniye sonra sarılacağız derken kıçını (ki pek güzeldi) dönüp gidiyordu.
Seke seke gidiyordum peşinden. "Bir dahaki sefere mutlaka" diyordum.

Bir dahaki sefere hiçbir zaman olmadı.

Gıdısından bir öpücük ve saçlarını okşama izinim arasında iki ay zaman geçiyordu.

Bir de bizim mahelleye hiç gelmiyordu. Ben gidiyordum hep ona, otbüs,dolmuş, minbüs.

21 yaşındaydım. saçların beyazlamaya başlamıştı. Kilo verdim, hastalandım. Doktor "kalbinde ritim sorunu olmuş" dedi.

Ha verdi ha verecek, ha öptü ha öpecek derken.

İndir malafatı, kaldır malafatı derken...

asabiyet gelmişti, müsekkin bağımlısı olmuştum.

askere giderken icq kurdum bilgisayarına. çarşıya çıkarım, çet yaparız dedim.

7 ayda birsürü kişiyle tanışmış. tanıştıklarının üçüne de vermiş.

mınakodumun orospusu.

ve ne alaka demiyin ama

feci şekilde o günleri hatırladım

mına kodumun lincoln'ü.

sitigit cehennemin dibine git.

gidişin olsun,

dönüşün olmasın...

25 Eylül 2008 Perşembe

One man's trash is an other's JEWELL : H. KEWELL



İşte böyle oluyor. Zengin çocuğun evirip çevirip, sıkılIp çöpe attığı bir oyuncak başka bir çocuğun hayattaki en büyük hazinesi oluyor.

Gerçi biz bu filmi daha öncede görmüştük. İkincisi başlıyor gibi, pek bir heyecanlıyız.

21 Eylül 2008 Pazar

Manchester'in pis yedilileri


El beatle'yi izlemek nasip olmadı, toprağı bol olsun. Kadını ve alkolü bıraktığı o zor dakikaları kim bilir ne zor geçmişti... Her futbolcunun olmak istediği gibi bir sporcu değil, her erkeğin olmak istediği gibi birisiydi. İdmana diye yola çıkıp bir model ile tatile çıkmak... Hangimiz istemedik bunu, hangimiz istemedik...

The King ile bu seriye dahil olan bir izleyiciyim. Onu çok sevdim. Kavgacı, lider, estetik, bitirici, zeki... Bir futbolcuda görmek istediğim her şey. Uçan tekme ile seyirciye girmesi... O da futbolun bir parçası değil miydi? Tıpkı maç içinde faul yaptığı Bülent Korkmaz'a elini uzattğında, old trafford'da ki binlere aldırmayan Büyük Kaptan'ın pervasızca onun eline vurması gibi. "Seni tanımıyorum" demişti Bülent. Tribünler uğuldamış, Cantona şaşırmıştı. Ne vardı ki, dengine çatmıştı! Deli deliyi görünce sopasını saklamıştı. Çok erken bıraktı, tadı damağımızda kaldı.

Becks siktirsin gitsin demek geliyor içimden. İlk CL maçında Galatasaray'a karşı izledik. Golünü de üzüntüyle karşıladık. Ama yinede sevdik onu daha o günlerde. Lennon'un Yoko'dan sonra anti- pati kazanması gibi... Becks ile aramıza giren de o viktorya orospusu oldu. Para ona doydu, o paraya doymadı.

ve CR7. Feci şekilde MJ kalitesi seziyorum oyun zekasında. Onun yaşında 2 premier lig kupası ve bir CL kupası kazanmış başka oyuncularda var muhakkak. Ama kaçı takımının lideri ve esas çocuğuydu? Yazın yaptığı "yeni bir challenge istiyorum" açıklamasına da saygı duyuyorum. Ona başka liglerde, başka rekabetlerin içinde de görmek istiyorum...

zizu